Hanemizin Saadeti, Hane-i Saadettedir
Kendilerine meyledip ülfet edebilmek için bizlere eşler yaratan ve onlarla aramızda bir sevgi ve bir şefkat kılan Âlemlerin Rabbine sonsuz hamd-ü senalar olsun.
Veda hutbesinde “Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emriyle helal kıldınız.” buyuran Resûl-i Ekrem (asm)’e sayısız salat ü selamlar olsun.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Hakîmde قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ ferman etmiştir. Yani “Habibim ya Muhammed! (De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, o halde bana tabi’ olun ki, Allah (da) sizi sevsin.” [1]Allah’a muhabbet, Sünnet-i Seniyeye uymayı lüzumlu kılar. Çünkü Allah’ı sevmek, Onun razı olduğu şeyleri yapmakla mümkündür. Allah’ın en razı olduğu hal, en mükemmel bir surette Hz. Muhammed (asm)’da ortaya çıkıyor.
KUTLU AİLE REİSİ (ASM)
Hz. Peygamber (asm)’ın on bir hanımının, vefatı esnasında sadece dokuz hanımı nikâhı altındaydı. Diğer ikisi Peygamber (asm)’den evvel vefat etmişti. Bu dokuz hanımın ise altısını, hayatının son altı yılında nikâhlamıştır. Bu hanımların çoğunun, vefat etmiş olan eski kocalarından çocukları vardı.
Böylelikle farklı yaşlarda ve muhtelif kavimlere mensup on bir hanımı, yedi evladı, ondan fazla üvey evladı, torunları, evlatlık edinmiş olduğu çocuklar ile beraber Hz. Peygamber (asm), idaresi zor olan, büyük ve geniş bir ailenin reisiydi. Bu büyük ve geniş ailenin her bir ferdi, gönül hoşluğu ile kutlu aile reislerinden memnun ve razı olmuşlardır.
Peygamber (asm)’a, Medine’de on yıl hizmet eden ve O’nun aile hayatını en iyi bilenlerden biri olan Enes b. Malik (ra) şöyle der:
“Çoluk–çocuğuna ve aile fertlerine karşı Hz. Muhammed’den (asm) daha şefkatli olan hiçbir kimse görmedim.”
Şimdi sizlere Resûl-i Ekrem (asm)’ın saadetli hanelerinden, ummandan bir katre misal numuneler sunmaya çalışalım. Bu numunelerle aile hayatımızı sünnet-i seniye ışığında yeniden bir değerlendirelim.
VEFA
Bir gün Peygamber (asm)’in yanına girmek için bir kadın geldi. Peygamber (asm) çok heyecanlandı. Çünkü bu kadın, Hatice validemizin kardeşi Hale’ydi. Sesi kız kardeşine çok benziyordu. Allah Resûlü (asm), hırkasını, üzerine oturması için yere sererek, bu misafirine çok iltifat etti ve ona çeşitli hediyeler verip uğurladı. Bu davranışın nedeni için de: “O, Hatice’yi çok severdi.” diyordu.
Hatice validemizi sevenleri sevmesi bile kızdırmıştı Aişe validemizi. Ve Allah Resûlü’ne şöyle dedi: “Hatice, Hatice! Allah sana Hatice’den daha gencini, daha güzelini nasip etmedi mi?”
Vefa timsali olan Peygamber (asm) Hatice validemizi bu genç eşine karşı içtenlikle savundu: “Yemin ederim ki; Allah bana ondan daha hayırlısını nasip etmedi. Herkes benim peygamberliğimi inkâr ederken, o beni tasdik etti. Kimse bana bir şeycikler vermezken, o malını mülkünü benim emrime verdi. Herkes beni yalancılıkla suçlarken o beni doğruladı. O bana altı çocuk verdi.”[2]
HİSSE: Vefa sadece İstanbul’da bir semtin adı değildir. Belki hane-i saadetin en hassas köşe taşlarından biri vefadır. Vefalı olan eşi kim sevmez!
“Aklı başında olan adam, refikasına olan muhabbetini ve sevgisini beş – on senelik fani ve zahiri hüsn-ü cemaline bina etmez.”
HOŞGÖRÜ
Bir gün Aişe validemiz, Resûlullah (asm) ile birlikte sefere çıkmıştı. Aişe validemizin kolyesi kayboldu. Allah Resûlü (asm), Aişe validemizin kolyesini aramaya koyuldu. Kolye bulunamıyordu. Peygamber (asm), Aişe validemizin kolyesi bulunmadan oradan ayrılmak istemedi. Resûlullah (asm) ile birlikte herkes orada kalmak zorunda kaldı. Kalınan bölgede su yoktu. İnsanların yanındaki su da bitmişti. Abdest almakta zorlanan sahabiler Aişe validemizi, babası Hz. Ebu Bekir’e şikayet ettiler. “Aişe’nin yaptığını görüyor musun? Resûlullah’ı alıkoydu. Burası su bulunan bir yer değil, susuz kaldık!’’
Hz. Ebu Bekir doğruca kızının yanına gitti ve; “Senin yüzünden burada kalındı. İnsanların yanında su da kalmadı.’’ dedi. Aişe validemiz, kendisini azarlayan babasını şu şekilde anlatır: “Maşallah, demediğini bırakmadı. Eliyle göğsüme dürterek canımı bile acıttı.’’
Peygamber (asm) da sabaha kadar susuz uyumuştu, ama O eşine kızmadı ve onu azarlamadı. Sabah olduğunda ise teyemmüm ayeti nazil oldu. “Su (bulamazsanız,) o vakit temiz toprakla teyemmüm edin, yüzlerinizi ve (dirseklere kadar) ellerinizi ondan mesh edin.’’[3]
Bir kadının kaybolan gerdanlığı ve ona eşinin davranışı bir rahmeti netice vermişti. Aişe validemiz yüzünden nazil olan bu hüküm için sahabeden Useyd b. Hudayr (ra) şu iltifatlarda bulunmuştur; “Ey Ebu Bekir’in ailesi! Bu sizin ilk bereketiniz değildir.’’
Aişe validemiz der ki: “Bindiğim deveyi dürtüp kaldırdım, bir de ne göreyim, kaybolan kolye devenin altında!’’
Peygamber (asm), eşinin en küçük arzusuna bile merhametle yaklaşmıştı. Herkesin kızdığı yerde O, kızmadan eşinin kolyesini aramıştı. Seferde bu kadar önemli meseleler içinde bunun ne önemi var, dememişti.
HİSSE: Beklemek en zor ama en bereketli zaman dilimleridir. Bekletilmek yüzümüzü ekşitmemizi gerektirmez. Ta ki bereketi kaçırmayalım. Kapıda beklemek, arabada beklemek bize zor gelmemeli.
“Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir. Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Musibetler, dinî olmamak şartıyla, her bir saati bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden, şekvâ değil, şükretmek gerektir.”
SABIR
Peygamber (asm), Aişe validemizin odasındaydı. Diğer eşi olan Safiye validemiz Peygamber (asm) için bir kap yemek getirmişti. Aişe validemiz, Peygamber (asm) kendi yanındayken, başka hanımlara ait hiçbir şey istemezdi. Safiye validemiz, çok güzel yemek yapardı. Böyle güzel yemek yapan bir hanımdan yemeğin gelmesi Aişe validemizi rahatsız etmişti. Aişe validemiz bu konudaki rahatsızlığını kendisi de itiraf ederek der ki: “Çok şiddetli bir kıskançlık hissettim. Gidip kabını kırdım. Sonra da pişman oldum.’’
Yemek tabağı yere düşüp kırılmıştır. Yemekler de yere dökülmüştür. Hataları yüze vurmayan Allah Resûlü kalkar, kırılan tabak parçalarını ve dökülen yemekleri toplamaya başlar. Olayı beğenmediğini davranışlarıyla gösterir. Yemekleri bir taraftan toplarken bir taraftan da etraftakilere:
“Yeyiniz ananız gayrete geldi.’’ “Yeyiniz ananız kıskandı.’’ der.
Yanlışını anlayan Aişe validemiz pişmandır. Peygamber (asm)’a, kendisini nasıl affettireceğini sorar. Peygamberimizin cevabı kısas türüdür:[4] “Tabağa aynıyla tabak, yemeğe misliyle yemek.’’
HİSSE: Sabır olmayan hanede saadet olur mu? Bu ancak topraksız kayalardan mahsul beklemek gibidir.
“Evet, mü’min, (kard)eşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için, hadisin hükmüyle, üç (vakitten) günden fazla, mü’min (kard)eşine küsüp konuşmayı terk etmemeli.”
İSTİŞARE
Sahabeler, umre için yola çıktılar. Bin beş yüz can dostu Mekke yakınlarındaydı. Fakat umre yapamayacaklardı. Hudeybiye’de anlaşma yolu tercih edilmişti. Anlaşma şartları arasında o yıl içinde umre yapmama şartı da vardı. Kimse Peygamber (asm)’ın emrini yerine getirmek istemedi.
Bu kritik dönemde, yanında eşi Ümmü Seleme validemiz vardı. Peygamber (asm)’in bu zor anında Ümmü Seleme validemiz, ferasetiyle, eşine şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Resûlü! Emrinin yerine getirilmesini istiyorsan çık, bir daha kimseye emretme, deveni kes, tıraşını ol.’’
Peygamber (asm) öyle yaptı. Çadırından çıktı, devesini kesti, tıraş oldu. Bunu gören sahabiler peygamberlerinin yaptığını hemen yapmaya başladılar.
Böylelikle, Allah Resûlü (asm), en kritik durumu eşi Ümmü Seleme validemiz ile yaptığı istişare ile aşmıştı.[5]
HİSSE: Ne yani, çözüm kapısı eşimiz olamaz mı? Parola eşimizde olamaz mı? Artık 11 olma vaktidir, 2 olma vakti değil.
“Zira, haklı şura ihlas ve tesanüdü netice verdiğinden üç elif 111 olması gibi menfaati vardır.”
ÇOCUKLARLA ALÂKA
Bir gün, torunlarını öpüp okşarken bir adam huzuruna gelmişti. Evlat şefkatinden mahrum olan bu kişi, gördüğü manzaraya duyduğu hayretini gizleyemedi ve; “Benim on çocuğum var, bunlardan hiçbirini öpmüş değilim.” dedi.
Peygamber (asm): “Şayet senin kalbinden Cenab-ı Hak merhameti söküp atmışsa, ben ne yapabilirim?” buyurdu ve ilave etti: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”
Başka bir hadis-i şerifte ise Allah Resûlü (asm): “Çocuklarınızı çok öpün, zira her öpücük için size Cennette bir derece verilir ki, iki derece arasında 500 yıllık mesafe mevcuttur. Melekler, öpücüklerinizi sayarlar ve sizin için yazarlar.”
Çocuklarımızı öperken, sakın ama sakın cimrilik etmeyelim.
Çocuklarla Çocuklaşma
Öte yandan “Çocuğu olan onunla çocuklaşsın’’ buyuran Allah Resûlü (asm), torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in gönüllerince oynayıp eğlenmeleri için onlara eşlik eder, bir çocuk gibi onlarla oynardı. Resûllullah’tan (asm) deve olmalarını istediklerinde hemen yere eğilir ve onları mübarek sırtına alırdı.
Bir gün onlar sırtında iken, hane-i saadete Hz. Ömer gelmişti. Onları böyle şerefli bir yerde görünce “Ne güzel bineğiniz var’’ dedi. Buna karşılık Allah Resûlü (asm) şöyle dedi: “Onlar da ne güzel süvarilerdir!’’
HİSSE: Çocuklar şefkat kahramanlarını yanında göremezse kendilerine başka kahramanlar bulacaklardır. Şefkat çocuğun harçlığıyla alabileceği bir şey değildir. Çocuklarımıza vakit ayırmak için özel gayret etmemiz gerekir.
“Bizlerin evlerimizdeki günahsız evlâtlarımızla masumane yaptığımız sohbetlerimiz, yüzer sinema ve dizilerden daha ziyade zevklidir.”
ÇOCUK EĞİTİMİ
En önemli konulardan birisi olan eğitimde iki şeye dikkat;
Ağıza Girene Dikkat!
Hz. Hasan’a (ra), “Resûlüllah’tan bir şey hatırlıyor musun?” diye sorulduğunda “Zekât hurmasından bir hurma alıp ağzıma attım, onu ağzımdan çıkardı’’ cevabını verdi.
Zekât hurması Ehl-i Beyte haramdı. Allah’ın Resûlü (asm), “Çocuktur bir tek hurmayı yese ne olur”, diye düşünmedi.
Peki, bizler ağızımıza girenlere dikkat ediyor muyuz?
Ağızdan Çıkana Dikkat!
Abdullah b. Amir (ra) anlatıyor: “Bir gün, evimizde otururken annem beni çağırdı: ‘Hele bir gel sana ne vereceğim!’ dedi. Resûlullah (asm), anneme: ‘Çocuğa ne vermek istemiştin?’’ dedi. Annem ise; ‘Ona bir hurma vermek istemiştim!’ dedi. Bunun üzerine Peygamber (asm);
‘Dikkat et! Eğer ona bir şey vermeyecek olursan üzerine bir yalan yazılacak’ diyerek annemi ikaz etti.”
HİSSE: Evet, ağzıma girenler gibi, ağzımızdan çıkanlara da çok dikkat etmemiz gerekir. Şaka dahi olsa asla bir yalan, şüpheli de olsa bir haram lokma bir çuval inciri berbat edebilir ve çocuklarımız evlilik çağında bile namazsız olabilirler.
Hâlbuki “Yedi yaşına gelen çocuğumuza namaz gibi farzları alıştırmak için teşvik ederek emretmek ve on yaşına geldiğinde, muhakkak namaz kıldırmak ve alıştırmak, omuzumuza yüklenmiş en önemli mesuliyetimiz değil midir?”
RESÜLÜLLAH (ASM)’IN NAZARINDA EV HANIMI
Medine’de Peygamberimize ilk iman edenlerdendi Esma (ra). Peygamberimiz, güzel konuşmasından dolayı ona kadınların hatibi unvanını vermişti. Esma (ra) bir gün peygamberin huzuruna geldi. Dedi ki:
“Anam babam sana feda olsun Ya Resûlallah. Ben sana kadınların elçisi olarak geldim. Allah seni bütün erkek ve kadınlara peygamber olarak göndermiştir. Biz sana ve senin Rabbine iman ettik. Kadın olduğumuz için evlerimize kapandık kaldık. Nefislerinizi tatmin ettik, çocuklarınızı karnımızda taşıdık. Siz erkekler ise Cuma namazı kılmak, camiye ve cemaate girmek, hasta ziyaret etmek, cenazelerde bulunmak, birden fazla hacca gitmek gibi hususlarda bize üstünlük sağlamış bulunuyorsunuz. En önemlisi Allah yolunda cihad etmeniz. Siz hac, umre ve düşmanla savaşmak için evlerinizden çıktığınız zaman mallarınızı biz koruruz. İplik eğeriz, size elbise yaparız. Çocuklarınızı besleriz. Peki, biz sizin kazandığınız hayır ve sevaplarda size ortak olamaz mıyız?’’
Esma’nın bu sözleri peygamberimizin çok hoşuna gitmişti. Ashabına dönerek dedi ki:
“Siz bir kadından din konusunda bundan daha güzel bir soru duydunuz mu?’’ Peygamber (asm) sonra Esma’ya dönerek:
“İyi anla ve seni buraya gönderen hanımlara da iyi anlat. Bir kadının kocasıyla güzel geçinip onun hoşnutluğunu kazanması sevap bakımından o saydığın üstünlüklerin hepsine denktir.’’ buyurdu.
Başka bir hadis-i şerifte ise Allah Resûlü (asm):
“Kocası kendisinden razı olduğu halde vefat eden her kadın cennete girer.” “Eğer birine Allah’tan başkasına secde etmesini emredecek olsaydım; kocanın hanımı üzerindeki hakkının büyüklüğünden dolayı kadının kocasına secde etmesini emrederdim.”
HİSSE: Secde olur da tavaf olmaz mı? Kâbe’ye sırt dönülür mü hiç? Kocasına Kâbe’ye bakar gibi bakan hanımlar! Haccınız mübarek olsun.
“Evet, Kâbe hürmetinde olan iman ve İslâmiyet gibi çok evsâf, muhabbeti ve ittifakı istediği hâlde, mü’min (eşin)e karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusurâtı iman ve İslamiyet’e tercih etmek, pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın.”
ŞİDDET YASAĞI
Peygamber’in (asm) vefatından önce ashabına tavsiyede bulunduğu ve sesi kısılıncaya kadar tekrar ettiği üç tavsiye arasında kadınlara iyi davranma konusu da vardı. Resûlullah (asm) şöyle buyurmuştur:
“Kadınlarınız hakkında Allah’tan korkun! Onlar sizin yanınızda bir emanettir.”
Hz. Peygamber (asm), işin inceliğine dikkat çekmek için bir defasında kızılacak bir iş yapan hizmetçisine, “Eğer ahirette kısas korkusu olmasaydı şu misvakla senin canını biraz yakardım” buyurmuş ve ondan da vazgeçmiştir.
O hanımlarına iyi davranmış, onları dövmemiş ve “Kadınları ancak kötüleriniz döver” ikazında bulunmuştur.
HİSSE: Bir arkadaşım, eşini kastederek “Bazen sopayı göstermek lazım” derken bu düşüncesini “Dayak cennetten çıkmadır” diyerek desteklemeye çalışmıştı.
“Hayır, kat’a ve asla! Medenilere galebe ikna iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbar (zorlama) ile değildir.”
SON OLARAK
Hz. Aişe-i Sıddıka validemiz, sahabelere Peygamber (asm)’ı tarif ettikleri zaman, خلقه القرآن yani “O’nun ahlakı, Kur’ân’dır” diye tarif etmişlerdi.
Madem, zât-ı Ahmediye (asm) insanlara en güzel örnektir; elbette Cenâb-ı Hak hesabına hadsiz bir muhabbete lâyıktır. İnsan, sevdiği zata eğer benzemek mümkünse, fıtraten benzemek ister. Habibullah (asm)’ı Kur’ân’ın istediği gibi sevmek için, Sünnet-i Seniyye’ye uymaya, hususen aile saadetimiz için mecbur ve mükellefiz.
Toplum hayatında, “en cem’iyetli merkez ve en esaslı zemberek” olarak ifade edilen aile hayatımız için, sünnet-i seniye, bütün yönleriyle, saadetimizin ve çıkmazlardan kurtuluşumuzun anahtarıdır.
Unutmayalım, hanemizin saadeti hane-i saadettedir!
[1] Al-i İmran, 31
[2] Prof. Dr. İ. Lütfi Çakan, Hz. Peygamber Ve Aile Hayatı
[3] Maide Süresi, 6
[4] İbrahim Canan, Kütüb-Ü Sitte,12;410
[5] Buhari, Şurut 15, Hac: 106; Ebu Davud, Cihad 168
www.irfanmektebi.com